Adler serisinin üçüncü kısmında, çocuğun aile içindeki konumuna ve kişilik özellikleri ile alakalı Adler’in genel düşüncelerine yer vereceğim.
Öncelikle kameramızı aile içerisindeki küçük
kardeşlere çevirelim. Küçük kardeşlerin ailede genel bir kaderi olabiliyor. Bu
kader, küçük oldukları için daha da küçük görülmeleri, kalkıştıkları bir işi
yapmak için yetersiz görülebilmeleri şeklinde işleyebiliyor. Bu nedenle evin
küçük çocuklarında yalnızca herkesten üstün olduklarında tatmin olacakları bir
yaşama biçimi gelişebiliyor.
Bu arada, genel aile yetiştirme sisteminin
aksine birincilik ve üstünlük her şeyden önemli değildir. Bu, bilimsel
çalışmalarla da kanıtlanmıştır. Sadece birinci olmaya yönelik yetiştirilen çocuk,
hayata tek yönden bakar, iyi bir insan olma hedefi gösteremez. Kin ve hırs onun
arkadaşları olur.
Tabii küçük
kardeşlerde ortaya çıkabilecek ikinci bir tip vardır ki, üstün olma çabasındaki
tipi ona göre olumlu bir tip olarak bile gösterebiliriz. Bu ikinci tip ise:
büyük kardeşleri ile boy ölçüşemeyen ve aşağılık duygusu, ezilmişlik
duygularıyla donanan kişi yapısıdır.
Bu sırada, sorumlulukların
genel olarak büyük çocuğa verilmesi ise, gücün değerli hale gelmesine neden
olur. Bu çocukların güce verdikleri değere, düzenin ve yasanın bekçisi olmalarına
şaşırmamak gerek.
Tek çocukta
ise çocuk tek ilgi merkezi olduğu için, kendisine olması gerekenden daha fazla
değer vermeye başlayabilir. Çocuğun sağlığına ve hayatına yönelik ilgi
dolayısıyla, dış dünya çocuk için bir düşman gibi görünür. Çocuk ileride
bağımlı biri olmaya ya da her zaman bir başkasından destek/ yol göstericilik
görmeye eğilimli hale gelebilir.
Eee, peki
tespitler var da, bu çocuklara nasıl yardım edebiliriz? En başta çocuklar nasıl
zorluklar yaşıyor, bunu iyi gözlememiz lazım. Daha sonra, çocukların
yaşadıkları bu zorlukları onlar için faydalı olacak bir hale getirmemiz lazım.
Nasıl faydalı hale getirilebilir? Çocuk içinde yaşadığı çevreye uyum sağlamak
ister. Yaşadığı zorlukların kendini yaşadığı çevreye ait hissedebilmesi için
nasıl bir önemi olacağını düşünmek, düşündürmek lazım. Evet, o kadar kolay
değil…
Şimdi
gelelim, karakter özelliklerine…
Bazı çocuklara
tembel demeye alışkınız. Ama neden tembelliği seçtiğini düşündük mü? Bir çocuk
durduk yere bir davranışı benimsemez, benimsediyse onun için ödülleri vardır.
Eğer tembelliğin hayatını kolaylaştıran en iyi yol olduğunu düşünürse bu yolu
seçmiştir.
Bu şekilde
insanlara eklediğimiz pek çok kavram var. Ancak kaçırdığımız nokta, kavramların
anlamlarını da bizim yazmış olmamız. Geçmişten getirdiğimiz önyargı ve
kalıplarımız ile bir kavramın altını doldururuz. Ve böylece aynı kelimeden bile
farklı anlamlar çıkaran, iletişim bozukluğu yaşayan insanlar topluluğunun bir
parçası haline geliriz. Bu ayrıma ek olarak, bir de aslında ayrı görünse ortak
olan bazı durumlar da vardır. Bu durumlardan birine, iki kişinin farklı
davranışlar gösterse de aslında amaçlarının aynı olması örneği verilebilir. Bu
nedenle, yalnızca davranışlara bakmamalı; amaçları göz ardı etmemeliyiz. Bu
farkındalık, aslında sandığımızdan çok daha ortak noktamız olduğunu
gösterebilir ve olaylara keskin sınırlar yerine daha yumuşatılmış şekilde
bakmamızı sağlayabilir. (İnsan ilişkilerine yönelik kilit anahtarlardan biri. )
O halde bir
karakter özelliği değerlendirmesiyle daha devam edelim. Bu özellik daha çok,
zorlayıcı bir otorite sebebiyle oluşur. Eğer çocuğun zorla bir itaat etmesi
sağlanıyorsa, bu çocukta korkuya neden olur. Çocuk açık sözlülükten korkar ve
daha çok içine kapanır. Şunu unutmamalıyız ki, zorla itaat gerçek bir itaat
değildir. Sahtedir, yalnızca görünüştedir.
Eğer bir
çocuğun kişiliğini basit bir matematiksel formül ile izah etmemiz gerekseydi,
şu şekilde gösterebilirdik:
Çocuğun
kişiliği= Karşılaştığı engeller + Engellere karşı gösterdiği tepkiler
Kişiliğe
yönelik bir sınıflandırma yapmamız gerekseydi de, iyimserler ve kötümserler
şeklinde iki ayrıma gidebilirdik. Tabii saf iyimserlik, yalnızca ilk çocukluk
yıllarında gördüğümüz bir durumdur. Bundan sonrası çocukta karma bir şekilde
görülür. Hangi halin daha ağır bastığı ise, kişinin konuşma akıcılığından,
hatta yürüyüşünün doğallığı ve rahatlığından dahi anlaşılabilir.
Kötümser olan kişiler ise, güvensiz
kişilerdir. Çocukken annesinin peşini bırakmayan çocuklar, ileride de sürekli
kendilerine destek olacak birini ararlar. Ve göreceğimiz önemli bir kriter de kişilerin
yaşadıkları uyku sorunlarıdır. Uyku sorunları, duyulan güvensizlik ile
ilişkilidir. Ayrıca uyku pozisyonundan bile kötümser bir insan tanınabilir:
Oldukları yere büzülerek ya da yorganlarını başlarına çekerek uyurlar. Unutmayın
ki; iyi uyuyamayan bir insan, iyi bir yaşam tekniği geliştirememiştir.
Altın Kural
Genel olarak tespitlere yer veren Adler, kendimizi tanımamız konusunda bize ışık tutmayı hedeflemiştir. Ancak yaptığı tespitlerin yanı sıra, bu tespitleri daha doğru görebilmemiz için verdiği önemli birkaç altın kural bulunuyor. Ben, bunları kısaca maddeleştirmek istedim.
1) Yaşadığımız olayları birbirinden bağımsız, tek tek incelemek bizi yanlış sonuçlara götürür.
2)Aralarından uzun zaman geçmiş en az iki farklı olayı birbiri ile karşılaştırmamız ve bu olaylarda gösterdiğimiz “ortak davranış kalıbımızı” bulmamız gerekir.
3)İnsan hakkında bilgi edinebilmek için temel iki kriterimiz bulunmaktadır. 1.kriter: Bu insanın topluma karşı tavrı nasıl? İnsanlara duyduğu yakınlığı nasıl ifade ediyor? Hayatını nasıl verimli bir hale getiriyor? 2.kriter: Kendi kişisel önemini kazanmak için nasıl bir çaba gösteriyor?
Adler’in tüm
bu kurallarla üstüne basa basa söylediği şey, bir insanın kişiliğinin sosyal
hayatla ilişkisinden bağımsız öğrenilemeyeceğidir. Adler, insanların
karakteriyle ilgili kesin ve genel yargılarda bulunmaktan kesinlikle kaçınmamız
gerektiğini söyler. Ve ekler: “Bir insanın karakteri, onun çevresine karşı
takınmış olduğu tavrın ve içerisinde yaşamış olduğu toplumla olan ilişkisinin
bir göstergesidir.”
Yorumlar
Yorum Gönder