Kendimizi ve İnsanları Tanıyabilmek I


  

3 büyük adamımızdan biridir Adler. Freud, Jung ve Adler üçlüsünü sık sık duyarız. Her biri de pek şahsına münhasırdır. Zamanla yolları ve fikirleri birçok açıdan ayrılmıştır. Aslında zaten, olması gereken de budur.     

                                             

 Adler’i daha iyi tanıyabilmek için, İnsan Tabiatını Tanıma kitabını seçtim. Cümlenin ironisi ufak bir detay olarak kalsın, ben de kitapta beğendiğim ve mentalitemiz haline getirebileceğimiz bazı düşüncelerinden bahsedeyim.

 Bir insanı tanımak için bakabileceğimiz önemli bir unsur olarak: O insanın amaçlarının ne olduğunu bilmemiz gerekiyor, der Adler. Bazen bir insan bir davranışta bulunur ve biz bu davranışı o insanın verdiği önem çerçevesinde göremeyiz. Bize basit, önemsiz belki de anlamsız gelebilir. Ama “bu davranış o insanın hangi amacına hizmet ediyor?” sorusu bize onu tanıyabilme şansı verir. Yanisi bir insanın hareketlerini o insanın amacına göre değerlendirin, bir taktik…

 Peki bir insanın amaçları neye göre oluşur? Bunun için danışanımızı karşımızdaki koltuğa oturtup soruyoruz: “Hatırladığınız ilk çocukluk anınız nedir?” Bu soru önemli bir başlangıçtır. Bu sorunun sebebi cevabın, kişinin çocukluğunda yatmasıdır. İnsanların hayattaki amaçları ve buna bağlı gelişen hareketleri çocukluklarındaki çevrelerine bağlıdır. Bu çevreden edindikleri izlenimler önemlidir. Çekingen, içe dönük, güvensiz, zayıf bir insan mısınız? Belki de çocukken hiçbir problemi çözemeyeceğiniz izlenimine kapıldığınız bir ortamda yetiştiniz…

 Aileniz, çevreniz size çocukken düşmanca mı davrandı? İçinde yaşadığınız dünyayı düşman olarak mı yansıttı? Böyle bir çevrenin etkisi, iyi bir eğitim ile düzeltilemezse hayatınız boyu dünyaya kötümserlikle bakabilir ve onu bir düşman gibi görebilirsiniz.

Tabii bir de sevgi eksikliği var. Bedeninde diğer çocuklara göre kusurlar bulunan veyahut sevgi görmemiş çocuklar da dünyanın acı yanlarını görmeye daha eğilimlidir. Başka insanlarla iletişim kurmaktan uzak durabilir, yalnızlığı ve soyutlanmayı seçebilirler. Kendilerine çok fazla ilgi gösterilmesini isterler. Bunun yanı sıra sevgisiz bir çevrede yaşayan çocuğun hayatında, ona farklı davranan ve yol gösteren tek bir insan olursa çocuk o kişiye çok bağlanır. Ve bunun getirisi olarak ileriki hayatında da insanlarla sosyal ilişkileri sınırlı olur.

Sıkı bir eğitim görmüş çocuklar ise her an kötü bir şey olacağını düşünürler, hayattaki güzellikleri görmekte zorlanırlar. Hayatın onlara getirdiği güçlüklere alçakgönüllülükle katlanmaları gerektiğini düşünürler.

 Şımartılmış çocuklar ise, sevgiyi hayatlarında farklı bir yere koyarlar. “Seni sevdiğim için şu şu isteğimi yapmak zorundasın” gibi bir bakış açısı geliştirebilirler. Ve hayatın zorluklarından korunmuş çocuklar, bu zorlukları yenmeye dayalı bir yetenek geliştiremeden büyürler…

Tüm bu durumların ve Adler’in parmakla gösterdiği durum çocukluk, ve yetiştiğimiz çevrenin bize olan etkisidir. Tabii Adler daha pek çok önemli noktaya değinmiştir. İnsanlar ve en önemlisi kendimizi tanıma yolculuğumuzun daha başındayız ve daha Adlerden faydalanacağımız pek çok nokta var…

Yorumlar