Kendimizi ve İnsanları Tanıyabilmek II


 Evet, Adlerin İnsan Tabiatını Tanıma eserinde anlattıklarından yararlanmaya kaldığımız yerden devam ediyoruz. Giriş kısmını uzatmayarak direkt konuya giriyorum ve Adler’in ilginç bir düşüncesi ile başlıyorum: Her insanın dünyayı ağırlıklı olarak algıladığı bir duyu organı olduğundan bahseder Adler. Ve ekler, bir insanı anlayabilmek için kişinin dünyayı hangi duyu organı ile algıladığını bilmek önemlidir.

 Algı meselesine değinmişken, dünyayı algılama biçimimizin tamamen iç dünyamız ile iç içe bir durum olduğunu da unutmamamız lazım. Dünyayı aynı görmüyoruz, olayları aynı yorumlamıyoruz; farklı algılıyoruz…

 Başka önemli bir konu da yine çocukluk yıllarımız ile ilgili. Bazı anne babalar, iyi niyetle de olsa çocuklarına fazla yük yükler ve zorlar. Ama dünyayı yeni tanıyan bir çocuk için bunu nasıl kaldırabileceğini bir düşünün…  Çocuk yapamadıkça kendini çaresiz ve güçsüz hisseder, yapabileceğini düşündüğü tek güçlülük “büyüklerin hoşuna gitmek ya da gitmemek” şeklinde gelişir. Maalesef ki geçmiş nesillerden bize miras kalan eğitim sistemi, güçlü olmanın önemi üzerine kurulmuş…

 Bunun yanında bir çocuğu ciddiye almamak, daha ilk bakışta doğru olmadığı anlaşılan yalanlar söylemek de çocuğun sadece anne babasına değil tüm hayata olan güvenini sarsar, çevresinden şüphe eden/ hayatı ciddiye almayan birine dönüşür.

 Bir de hayatı çok fazla ciddiye alan ve her şeyi sorun haline getiren tipler vardır. Bunun altında ise karşısındaki insandan ilgi ve şefkat bekleme eğilimi yatar. Yani düşünsenize, yerine getirmeniz gereken bir sorumluluğunuz var. Ve sizin için hayattaki her aksilik o kadar büyük bir problem ki o işi bir türlü bitiremiyorsunuz. Bunun sonucunda sizin acı çektiğinizi sorunların altında ezildiğinizi gören kişi, size ilgili ve şefkatli yaklaşacak, bitiremediğiniz iş için tolerans gösterecektir.

 Tabi şunu da belirtmekte fayda var, kimse bunları planlı bir şekilde yapmaz. Kişi bu davranışları sergilerken, çoğu zaman altında yatan nedenin bu olduğunun farkında bile değildir. Hayatta gerçekten zorlanır.

 Adler’in Cinsiyet ile ilgili Görüşleri

Adler gibi bir psikologun, kadınlık -erkeklik rollerine bakış açısı da tabii önemli bir konu. Adler’in bu konudaki tespitleri ve düşüncelerinde, herkesin kendine ders çıkarması gereken noktalar olduğunu düşünüyorum.

 Öncelikle, belirli “kadınlık ve erkeklik rolleri” ile erkeklerin daha üstün olması ve kadınların daha aşağı görülmesi gibi tamamen yanlış bir algı bulunmaktadır. Geçmişe ve insan doğasına bakınca erkekler, kendilerine doğanın getirdiği bazı imtiyazlardan söz ederler ve cinsiyet farklılıklarını buna bağlayarak bir üstünlükten söz ederler. Oysa Adler bunu reddeder ve yasalarla erkekler daha üstün konuma getirilene kadar doğanın temelinde hiç de böyle bir durum olmadığının üstüne basar. Çok daha eski çağlarda anaerkil bir düzen olduğu da görülür. O yüzden bu üstünlük muhabbetini, evrimselliğe ve doğaya bağlayanlara da kanmayın… Kadın-erkek farklılıklarını kıyaslayıp “erkekçe” görülen davranışların “kadınca” görülen davranışlardan daha güçlü olduklarına inanmayın.

 Toplumumuzca ünlü bir söz olan“Evlilik aşkı öldürür” cümlesini de, Adler'in cinsiyete yüklenmiş rolleri çerçevesinde biraz değiştirmek istiyorum: “Toplumdaki cinsiyet rolleri aşkı öldürür.” Kadın da erkek de belli rollerde davranmaya kendilerini zorladıklarında; erkeğin işe gittiği, kadının ev işlerini yaptığı keskin bir ayrımda aşk, samimiyet, içten bir ilişkiden söz edemeyiz.  Böyle bir durumda kadın evliliği, dünyadan koparılmak ile eş tutacak ve ürkecektir. Bir yandan da sürekli erkekliğini kanıtlamak zorunda hisseden erkekler, huzursuzluk çıkarmaya, kışkırtmaya ve meydan okumaya başlayacak; kendilerine gerektiğinden fazla değer verecek ve boş bir gurura sahip olacaklardır. İki taraf için de ne kadar yorucu ve aşktan ne kadar da uzak…

 Buna ek olarak sürekli ev işi yapan bir annenin, babası kadar değerli olduğunu bir çocuğa anlatamayacağımızı da ekleyelim. Ve 14-18 yaşları arası çocuklarda, yetenek olarak erkeklerden daha üstün olan kızların ailelerine bakıldığında, annenin ya tek başına evin gelirini sağladığını ya da büyük ölçüde bu gelire katkısı bulunduğunu da ekleyerek yazımızı noktalayalım. Nitekim tüm bu düşünceler, bazıları için ancak sindirilebilecek düşüncelerdir… 

Yorumlar