Tüketim Toplumu adlı
kitabında kimliklerin gerçek olmayan ihtiyaçlarla manipüle edildiğini
varsayarak ütopyalar kurmanın ve politika yapmanın anlamsızlığını belirtir. Bu
kitapta gerçek olmayan ihtiyaçlardan bahseden Baudrillard, Simülakrlar ve
Simülasyon adlı kitabında da bu sahte gerçekliği derinlemesine irdeler ve sonradan
kuramlaşan ‘simülasyon’ kavramını ortaya atar.
Ona göre günümüzde gerçeklik,
gerçeğin kopyalarıyla yer değiştirmiştir. Simülasyon gerçeğin bir taklidi değil,
gerçeğin yerini alan, gerçek olmayan bir hipergerçektir. Simülasyon kavramı,
teknolojinin gelişmesiyle paralel olarak ortaya çıkmıştır. Çıkış noktası
bilgisayarlar ve televizyonlardaki sahte gerçek (sanal) dünyadır. İnternetin
yaygınlaşması ile bu sanal dünya herkesçe kabul edilmiş ve toplumsal yaşama
yansımaya başlamıştır. Sonuç olarak da küreselleşen modern dünyada simülakrlar (gerçeklik
olarak algılanmak isteyen fakat gerçek olmayan görünümler) yaygınlaşmaya
başlayıp, simülasyondan ibaret olan, hipergerçekliğin hakim olduğu yeni bir dünya
düzenine geçilmiştir. Bu yenileşmeyle beraber modern dünyada politika, ekonomi,
kültür ve gündelik hayatın yapısı toptan değişmiştir.
Eserlerinde genel olarak
Batı toplumlarını eleştirip, modern dünyadaki değişimleri anlatmaya çalışan
Baudrillard’ın dünya çapında sükse yaratan önemli fikirlerinden biri de Körfez
Savaşı’nı gerçek bir savaş olarak görmemesidir. O, bu savaşın hiç yaşanmadığını
savunur, yani ona göre bu bir savaş değildi. Hatta Vietnam Savaşı ile ilgili de
benzer görüşlere sahiptir.
Simülasyon olmayan bir
şeyi varmış gibi gösterir. Hastaymış gibi yapan biri çevresini hasta olduğuna
inandırmaya çalışır. Oysaki hastalığı simüle eden biri hastalığın semptomlarını
bizatihi üzerinde taşır.
The Truman Show filmi
simülasyon kavramını en iyi açıklayan filmlerden biridir. Truman isimli
karakter bir adada herkes gibi yaşayan, işinde gücünde bir adamdır. Fakat
aslında bu adanın her yerinde gizli kameralar vardır ve Truman’ın sahte hayatı
kesintisiz yayınla televizyonlara yansıtılır ve insanlar da Truman’ın içinde yaşayıp,
gerçek sandığı fakat sahte olan yaşamını keyifle seyrederler. Bir gün Truman’ın
dikkatini çeken birkaç olay onu bu hayatın sahteliğini sorgulamaya iter ve
kendini yollara vurur. Planı adadan kaçmaktır. Bu plana yönelik de korkulu
rüyası olan denizde bir tekneyle yolculuk etmek zorundadır. Korkusunun üstüne
giden Truman tekneyle yaptığı yolculuğunda çeşitli zorluklarla karşılaşır fakat
yılmayıp finalde sonuca ulaşır. Denizin sınırında teknesinin ucu güya gökyüzüne
çarpar ve her şeyin sahte olduğuna emin olur. Sınırda dışarı açılan bir kapı
bulur ve bu sahte hayattan dışarı adımını atar. Baudrillard’a göre yorumlamak
gerekirse eğer Truman, bulunduğu küçük simülasyon evreninden büyük simülasyon
evrenine geçiş yapmıştır.
1970’lerin başlarında
sona eren, gerçeğin hakim olduğu evrende bir içeriğe ve anlama sahip olan toplum;
politika, kültür ve bunlar gibi hayati konular simülasyon evreninde içeriğini
ve anlamını yitirmişlerdir. Her biri artık içi boş bir görünüşe dönüşmüştür.
The Truman Show adlı filmde geçen bir cümle şöyledir: ‘’ Bizler dünyanın gerçekliğini,
bize sunulan haliyle kabul ederiz.’’ Yani yaşadığımız evren Baudrillard’ın da
belirttiği gibi bir Disneyland’e dönüşmüş vaziyettedir ve insanlar bu durumu gerçeklik
olarak kabul etmektedirler. Gerçek ise bir daha asla geri dönmeyecektir.
Yorumlar
Yorum Gönder