İntihar deyince aklımıza ilk ne gelir?
Sanki daha çok, psikolojik bunalımda olan bir insanın kendini öldürmesi gelir değil mi? Genel olarak bu düşünülür? Fakat bunun böyle tek yönlü olmadığı bir gerçektir. Demek istediğim, intihar sadece psikolojik nedenlere dayanmaz. Aynı zamanda sosyolojik nedenleri de mevcuttur. Hatta en doğru haliyle toparlamak gerekirse: İntihar büyük ölçüde sosyolojik bir eylemdir.
Emile Durkheim’ın sosyoloji literatürüne kazandırdığı en önemli çalışmalardan biri olan ‘‘İntihar’’ adlı çalışması da temel olarak bu fikri savunmaktadır. Bu çalışmayla ekmiş olduğu tohumlar sosyoloji biliminin ciddiye alınmasını ve bir kürsüye sahip olmasını sağlamıştır. Çünkü neredeyse ilk defa sosyoloji bilimi ‘‘ben varım’’ demiştir ve pozitif bilimlerin popüler olduğu bir dünyada kafasını kaldırabilmiştir.
Durkheim çalışmasında öncelikle intiharın psikolojik etkilerini incelemiştir. Avrupa’nın belirli bölgelerinden elde edilen nicel verilere dayanarak görmüştür ki bilinenin aksine intiharlar yüksek oranda psikopatolojik nedenlere dayanmıyor.
Sonrasında ise iklimsel koşulların birey üzerindeki etkilerine yönelik verileri incelemiş ve sonuç yine benzer şekilde çıkmıştır. İntiharın büyük oranda iklimle de ilgisi yok.
Irk ve kalıtım üzerine yaptığı incelemeler de intiharın sebebi olma konusunda yetersiz kalınca, son olarak yansılama etkenini incelemiştir. Yansılama başkasından görüp taklit ettiğimiz, idol aldığımız veya özendiğimiz eylemlerin bütününe verilen addır. Durkheim bu noktada da intiharı büyük oranda psikolojiyle eşleştirememiştir. Yansılama, intihar konusu bağlamında psikolojik bir süreçten ziyade sosyal etkileşime dayanan bir süreçtir.
Sonuç olarak Durkheim, intiharın ne bireylerin organik ruhsal yapısı ile ne de fiziksel çevre ile açıklanamayan, kendine özgü bir eğilimi bulunduğunu fark eder. Diğer belirli etkenleri tümden reddetmemekle birlikte oldukça önemli oranda farklı bir eğilime sahip toplumsal nedenlere dayalı intiharların mevcudiyetini savunmuştur. Bu hipotezine yönelik yaptığı nicel araştırmalar sonucu da hipotezinin kanıtlanabilirliği ortaya çıkmıştır.
İntiharın toplumsal bir olgu olduğu sonucuna varan Durkheim, bu kavramı üçe ayırmıştır: Bencil intihar, Elcil intihar ve Kuralsızlık intiharı.
Bencil intihar, bireyin toplumsal çevresiyle bütünleşememesi sonucu meydana gelen intihar türüdür. Bireyin yalnız kalmasına neden olan etkenler ne kadar fazlaysa bu intihar türünün görülme olasılığı da o denli artar. Çalışmasında din-intihar ilişkisine de önemli ölçüde yer veren Durkheim, örneğin Protestanlarda görülen intiharın Katoliklerde görülenden daha fazla olduğunu ortaya koyar. Bu noktada dinin toplum üzerindeki etkisi de açıkça görülür. Protestanlıkta birey ile toplumsal küme arasındaki bağ, daha kopuk olduğundan birey yalnızlaşır ve böylelikle Protestanlarda intiharlar Katoliklerden fazlaca görülür. Aynı şekilde aile ve arkadaşlık bağlarının kopukluğu da din faktörü gibi bireyi yalnızlaştırdığından intihara sürükleyebilmektedir. Son olarak siyasal ve ulusal büyük bunalımlarda da toplumsal düzen ve bütünlük bozulduğundan yine intiharlar artmaktadır.
İkinci bir intihar türü olan elcil intihar ise bencil intiharların aksine aşırı toplumsal bütünleşmeden kaynaklanır. Adetler, gelenekler ve alışkanlıklar toplumsal baskıya dönüştüğünde (dinsel veya siyasal olabilir) bireyi bir kurtuluş umudu olarak intihara sürükleyebilir. Bencil intihar toplumun bireyi yalnız bırakmasından ileri gelir ve birey toplumdan çözülür, bağlanamaz. Elcil intihar ise toplumun bireyi kendine sıkıca bağlamasından ileri gelir, birey toplumdan kurtulmayacak derece ona bağlıdır.
Son intihar türü ise Durkhiem’ın ‘‘anomi’’ diye de adlandırdığı ‘‘kuralsızlık’’ intiharıdır. Anomi bireyin toplumsal konsensüsten kopup kuralsızlığa, düzensizliğe ve akabinde de yalnızlığa yönelmesidir. Anomi, bireyi ister istemez yalnızlaştırır; çünkü birey toplum ile arasındaki uyumu kaybeder ve aynı toplumun içinde farklı toplumsal zeminde kuralsızca hayatını sürdürmeye çalışır. Bireyi bu hale getiren hem bireyselliği hem de toplumsallığıdır. Birey sistem baskısı ile dışarıda kalır, sosyoekonomik şartlara ayak uyduramaz ve sonucunda toplumsal düzenden kopuş yaşar. Kuralsızlık intiharı özellikle savaş dönemlerinde sık görülen bir intihar türüdür.
Kuralsızlık intiharı ile bencil intihar arasında kimi benzerlikler yok değildir. Her ikisi de toplumun varlığını bireylere yeterince duyuramamasından ileri gelmektedir. Fakat toplumun varlığına yönelik bu farkında olamama durumu, bu uzak kalış farklılık göstermektedir. Bencil intiharda ortaklaşa etkinlikler bakımından toplum varlığı fark edilmemekte, böylece ortaklaşa çabalar amaç ve anlamdan yoksun kalmış olmaktadır. Yani bencil intiharda birey, toplumla ortaklık ilişkisi kuramamıştır. Onu diğer bireylerle ilişki kurmaya yönlendirecek, bir grubun içine dahil edecek etken yoktur. Kuralsızlık intiharında ise bireysel tutkular bakımından toplumun etkisi görülememekte, böylece onları düzenleyecek hiçbir sınırlayıcı güç ortada kalmamaktadır. Yani birey belli bir toplumsal gruba dahildir fakat bu gruptan o kadar tiksinmiştir ki kendini yaşamın içine dahil edemiyordur. Bu iki türün arasındaki asıl ayrım bu intihar türlerine yönelen bireylerin farklı toplumsal çevrelerden gelmeleridir. Bencil intihara yönelenler daha çok kafa (düşünce) işlerine dayalı mesleklerden, kuralsızlık intiharına yönelenler ise daha çok ticaret ve sanayi dünyasından gelmektedir. Örnek vermek gerekirse, bencil intihara yönelebilecek bir mesleği olan felsefeci birini örnek verebiliriz. Felsefecinin hayat üzerine sorgulamaları onu düşüncelerinde boğulma noktasına ve yalnızlığa sürükleyebilir. Kuralsızlık intiharına yönelebilecek bir mesleği olan bankacı birini ise diğer bir örnek olarak sunabiliriz. Bankacı, çalışma ortamındaki samimiyetsizlikten, sahtelikten, gerginlikten ve buna benzer kendi kişiliği ile bulunduğu ortamın atmosferi arasındaki ayrımlar sebebiyle tiksinti, bıkkınlık ve akabinde uyumsuzluk yaşayabilir. Bu iki tür kopuş da bireyin toplumun varlığına yabancılaşmasından kaynaklıdır. Ancak gördüğümüz üzere arasındaki fark; birinde tamamen bir kopuş söz konusuyken ve neredeyse hiçbir toplumsal bağ yokken, diğerinde toplumsal bağının bulunduğu alandan kaynaklı olarak tüm topluma karşı bir uyumsuzluk söz konusudur.
Yorumlar
Yorum Gönder