![]() |
Dünyevi Zevkler Hollandalı ressam Hieronymus Bosch'un 1503 ve 1504 yılları arasında yaptığı bir tablodur. Bir triptik olan eser 1939'dan beri Madrid'deki Prado Müzesi'nde bulunmaktadır. Bu ünlü tablonun sol panelinde, Adem ile Havva ve harikulâde hayvanlar eşliğinde cennet tasvir edilir. Orta panelde pek çok çıplak figür, eşsiz güzellikte meyveler ve kuşlarla birlikte dünyevi zevkler; sağ panelde ise günahkârların değişik biçimlerde cezalandırılışının gösterildiği cehennem resmedilmiştir. Herkes neden cennet arzusuyla yaşıyor? Dünyadaki istekler bitti
de sıra öldükten sonrasını istemeye mi geldi? İlk dinler (Tanrı veya
tanrılara inanış) insanlığın bilişsel evrimiyle beraber başladı. İnsanlar
animist dinler yoğun olmakla birlikte pek çok farklı inanışa sahipti. Bu
inanışlar zihinsel bir tasarıyla başlar ve sonrasında bulunduğu topluma
yayılırdı. Çünkü aralarında mutlaka biri toplumunu ikna edecek bir dinsel fikir
üretir ve bunu da iyi pazarlardı, Karl Marx’ın zihinsel ürünü olan komünizm
buna bir örnek olabilir. ‘’Komünizm din değil ki’’ diyorsanız eğer bilmelisiniz
ki son birkaç yüzyıldır ekonomik siyasal sistemlerden özellikle birkaçı küresel
olarak etki uyandırıp din işlevi görmeye başlamıştır. Dinler arası çelişkiler
olsun dinlerin kendi iç çelişkileri olsun -ne kadar o dinin koyu savunucusu
biri çelişki yok dese de- dinlerin mantıklı olmadığı kanısına sürükledi kimi
insanları. Mantık diye söz edilen kavram ise kendini bilim temelinde
belirginleştirebiliyor. Bilimin metodolojisi dinsel içeriklere de bilimsel
yaklaşılmasını doğurdu. Bu ne kadar doğru? diye bir soru da sorabilir elbette
fakat insanlar artık sorgulayıcı ve reddedici mekanizmayla yaklaşıyorlar, bu
bulunduğumuzun çağın hatta tam da bulunduğumuz tarihin getirdiği bir bakış
açısı. Buna engel olmaya çalışmak, bunun doğruluğunu sorgulamak en baştan
itibaren çağın getirdiği düşünselliği reddetmek olur. İnsan sorgulamaya
başladıkça zaten reddetmeye de başlıyor, bana göre bu kaçınılmaz. Buradaki püf
nokta tarafsız yaklaşmaya çalışmak kendi gerçeklerini bir kenara bırakıp her
fikri gerçeklik temelinde yorumlamak. Zaten bu şekildeki bir yorum elzem olarak
bizi fikirleri kabule ya da redde götürüyor çünkü en nihayetinde insan içinde
bu dürtüyle yaşıyor. Sonunda edindiğimiz yeni gerçeklerimiz ve bunların tekrar
sorgulanması tekrar kabuller ve retler olmak üzere bu sirkülasyon sürüp
gidiyor. O zaman hayatın ne anlamı
kaldı? Asıl gelmek istediğim
fikir de bu zaten mademki bu kadar fazla değişebiliyor fikirlerimiz, mademki
her yüzyılda farklı fikirler farklı ‘’dinler’’ türüyor, mademki dinlere farklı
itirazlar geliyor neden tek bir anlam doğru olsun ki? Tek bir anlam doğru
değilse eğer her dinin de sunduğu anlamlar farklı farklıysa eğer neden dinler
doğru olsun ki? Günümüzde gelinen noktada
dinlerin reddi işte bu kadar kolaydır. Üzerine derinlemesine araştırmalar
yaparak dinler arasındaki ve kendi içlerindeki çelişkilere tanık oldukça
dinlerin insan zihninin bir uydurması olduğu açıkça belli oluyor. Fakat aynı
şeyi Tanrı inancı için söylemek pek mümkün değil. Geçmişten beridir inanılan
çoğu Tanrı inancının insan ürünü olduğu da aşikardır fakat dinlerin reddinde
olduğu gibi Tanrı’yı aynı şekilde değerlendirmek pek mümkün gözükmüyor. İlk
neden argümanının kuvveti ve kafamızdaki soru işaretini bilim insanlarının hala
giderememesi, ilk olana duyulan merakımızı sabit kılıyor bu da evrenin
oluşumuna dair inanışlara kapılmamıza sebep oluyor. Bir Tanrı mı var, bir Tanrı
panteonu mu var yahut bir enerji mi bilemiyoruz. Tahmin etmesi çok zor olduğu
için de herkesin kendi Tanrısı olması kadar normal bir şey yok. Emin
olabileceğimiz tek nokta var ki Tanrı insanlardan beklentilerini insanlarla
iletişime geçerek sağlamıyor. Bu yüzden Tanrısal bir ahlak da olmuyor ve ahlakı
yine insanların, toplumların üretimi kılıyor. Sonuç olarak ahlaken iyi
misiniz kötü müsünüz bunun belirleyicisi insanlar ve topluluklar. İyi olmanın
bir avantajı var mı, tüm bu dünyanın bir anlamı var mı bilmiyoruz ama
derinlemesine düşününce kavramanın mümkün olduğu tek bir şey var ki dünya
üzerindeki mitlerde inanıldığı gibi cennet veya cennetler yok. Ölünce nereye
gideceğiz bilinmez ama bizim uydurduğumuz cennetlerden birine gitmeyeceğimiz
kesin. Bu inanışları uyduranlar da bunlara derinden inananlar da alıp
cennetlerini başlarına çalabilirler. ____________________________________________ Bilmem kimim neyim benden ne kalır yarına Ömer Hayyam |
Yorumlar
Yorum Gönder