Berkeley ve Varlık

Duyabilecek kimsenin bulunmadığı bir yaylada akan şelale ses çıkarır mı?” sorusuna Berkeley nasıl cevap verirdi?

18.yy felsefecilerinden olan George Berkeley aynı zamanda bir din adamıdır. Empirist akım içerisinde olup John Locke geleneğinden gelse bile, empirizmden çok immateryalist fikirleriyle meşhur olmuştur ve bu doğrultuda Platon'dan farklı bir idealist görüştedir. Hatta bana göre empirist olmaktan ziyade pür idealist bir filozoftur. 



Berkeley maddenin tözünü reddeder, maddenin kendi kendine var olmayacağını savunur ve bu noktada Locke'u eleştirir. Ona göre maddeler algılardan ibarettir. Yani bir şeyin varlığı onu algılayan düşünceden (zihinden) ibarettir. Bu noktada ise asıl soru olan “algılayacak kimse olmadığında akan bir şelalenin sesi duyulur mu?” yani “kimse algılamazken maddeler yok mudur?” sorusuna geliriz. Berkeley'ye göre maddeyi (nesne, şelale) algılayacak kimse yokken bile onu algılayan yani kısaca her şeyi algılayan bir zihin (algılayıcı) vardır. O da tanrıdır. Sonuç olarak da şelalenin sesini algılayan bir zihin olmuş olur ve algılanma işlemi gerçekleştiğinden şelale, onu algılayacak kimse olmadığında da ses çıkarır. Çünkü tanrı her şeyi algılar. 
 

Bana göre ise bu konu din felsefesi içerisinde sorgulanabilir ve ayrıca da Berkeley'nin fikirlerindeki çelişki eleştirilebilir. Her şeyin algılandığı ölçüde var olduğunu savunan Berkeley tanrıyı kimin ya da neyin algıladığı konusunu pas geçmiştir. Yahut tanrının varlığını kabul ederken bu durumu algıyla nasıl bağdaştırmıştır? “Tanrı üst zihindir ve kendi dahil her şeyi algılar.” argümanından yola çıkarsak iki farklı noktaya varabiliriz. İlki: Tanrı kendinin de varlığını algılıyorsa, tanrı da bir madde midir ve eğer öyleyse her madde kendi kendini neden algılayamasın(Eğer yaratan sıfatıyla ilgili bir durumsa da kendi kendini mi yaratmıştır)? İkincisi: Daha önce de dediğim gibi biz tanrıyı algılayamazken, onun her şeyi algıladığı bilgisine nasıl ulaşırız ve bunun algıyla bağlantısı nedir? Göründüğü üzere Berkeley’nin tanrı fikri ile algısal gerçekliğe dayanan felsefesi çelişmektedir. Ben ise “şelale” örneğine onunla aynı dönemden ve aynı gelenekten olan David Hume'un perspektifinden bakmaktayım. Yani bilinmezlik ve anlaşılmazlıktan yanayım. 


Hume'un da erken dönemde savunduğu gibi bilim geliştikçe anlamlandırma düzeyimiz de artacaktır. Berkeley bilimsel objektif varlık düzlemini, deneyim ve pratiği reddetmez fakat varlığı tanrıyla delillendirir. Bana göre, varlığın delili metafizik argümana dayanamaz. Hume, Berkeley’nin fikirlerine zıt olarak din ve metafiziği çer çöp yığını olarak görmektedir. Çünkü ona göre biz, sadece algılarımızın var olduğu bilgisine veya dolayımsız bilincine sahibiz. Bir algı yoluyla edinilecek bilgi veya yapılacak çıkarım rasyonel ve mantıksal olarak kanıtlanamaz(Günümüzde algı farklılıkları üzerine birçok deney mevcuttur). Sonuç olarak Hume algılarımıza dayanan “gerçekliği” öyleymiş gibi kabul ettiğimizi fakat bunların rasyonel olarak asla kanıtlanamayacağını yani bilinmezciliği savunur. Benim de fikrim bu şekilde, şelale onu algılayan kimse yokken ses çıkarır mı çıkarmaz mı bilemeyiz. Bunun rasyonel bir açıklaması olamaz. Sadece öyle olduğunu varsayarız.

Yorumlar